24 Mart 2011 Perşembe

Next station is.

Yaşanılan anı kıymetlendirip farkındalığını damağımızda gezdirmenin yaratacağı ütopik hazdan bahsedip duruyoruz sürekli. Sonra birdenbire büyük bir boşluk, sonsuz bir hissiyat dolanıveriyor zihnimize. Öyle bir gemici düğümü ki dolaştıkça dolaşıyor bedenimize, sarıyor her yerimizi, en sarsıcı boğulmaların provasını yaptırıyor her gece.

Saat 01:00.

Sonraki durak: "neden?".

Çok uğrak bir misafirse şayet kapının önünde bekleyen yolcu , daha kapıyı çalmadan içeri alıveriyoruz. Ya da o kadar benimsiyoruz ki -gel yabancılık çekme, kendi evin gibi davran- kovmaya bile gerek kalmadan bir bakışımız yetiyor ortadan kaybolabilmesine. O kadar alışıyoruz ki varlığına, yokluğu bir suçsuz ceza kadar iç burkuyor en az.

"Ne seninle oluyor ne de sensiz."

Saat 02:00.

O geceye değil de, dağılan sis bulutunun üzerinden "gecelerimize" bakabiliyoruz artık. Geceler ki hem birbirinin aynısı; hem her biri ayrı bir eziyet, ayrı bir huzur, belki bir gökkuşağı ya da sürülen cefasız bir sefa...

Gecelerimiz nereye kadar suskun kalacak?
Anlatmaya çalışsak...
Ne anlatılabilir ki?
Kalemimin ucu kırık.

Saat 03:00.

Yargıların gereksizliğinden yola çıkan trenin duracağı bir istasyon yok görünürde. Belki evde unutulmuş bir dürbün eksik "ada göründü!" nidası atmak için, belki de çok eskilerden ve derinden gelen "o" uğultulu ses fazla.

Saat 04:00.

2 kere 2 neden 4 etmiyor?

4 neyi değiştirecekti? 1 eksik, 1 fazla.

Kelimelerim susuyor. Anlamlarını yitirdi.

Kelimelerim kelimeliklerini unutalı çok oldu.

Oldu da.

Olanla ölene çare yok derler.

Öyle mi?

Dinleyiniz: Radiohead - All i need. http://www.youtube.com/watch?v=iY4APDrl66s&feature=related