28 Temmuz 2011 Perşembe

Düşler sokağı

Bir melodi, bir ses, bir koku yeterlidir o anı tekrar yaşamamız için. Bazen bir zaman parçası belki küçücük bir saniye kırıntısıdır aniden anımsayıverdiğimiz. Anımsamayı sever miyiz? Anı çekmecemizi karıştırmayı, en ufak bir parçasından bile deneyim karelerini toplamayı sevdiğimiz kadar severiz elbette. Hem zaman geçtikçe üzerlerinden daha anlaşılır oluverir, daha netleşir bazı kareler.

"İyi ki" deriz. İyi ki olmuş, iyi ki olmamış.

İyi ki var, iyi ki yok.

Keşkelerimizin ise çekmeceleri farklıdır. Hatta belki farklı odalarda bulunurlar. Ancak uzak olmaları "iyi ki"ler ile ilişkilerinin olmadığını göstermez. Yalnızca "o an" bir ayraçtır, ve iyi kiler ile keşkelerin odalarını bölmüştür.

Olmak ya da olmamak üzerine kafa yorarken olmuşluğumuzu yitirmemiz pek gülünç. Yaşam kaç saniye, kaç an, kaç nefestir ki zaten?

Yine de biraz geçmişe gitmek gerekir bazen, her şeyin başladığı zamanlara:
http://www.youtube.com/watch?v=OoDbXWoO0YQ

12 Temmuz 2011 Salı

Kelimeler sahnesi

Seçtiğimiz kelimeler kim olduğumuzun en güzel ifadeleridir. Ağzından çıkan her sözcük, ister düşünmüş ol ister düşünmemiş, senleşmişçesine rahatlıkla fırlıyorsa ağzından o sözcük artık sensindir. O sözcüğün, o tümcenin ardında durmak gerekir. Aksini inkar ise kendi özünü inkardır belki; senleşmiş bir şeyi, bir parçanı, içselleşmiş ancak yerinden fırlamış bir puzzle parçasını inkar etmektir.

Her sözcük, bulunduğu yerdeki her nüansı ve her anlamı ile düşünülse bile karşı tarafta yarattığı etki, karşı tarafın yapabildiği empati çerçevesinde anlaşılabilir. Sözcükleri tek bir anlama sığdırmak onlara yapılabilecek belki de en büyük haksızlıktır. Bir sözcüğü tek anlamıyla kavramak ve bu kavrayıştan emin olabilmek kadar bencilce ne olabilir? Ve sözcükler bütününü, tümceleri, tüm anlamdırılışları, tüm nüansları, tüm vurguları tüm imâ ve nükteleri ile algılayamamaktan korkmamak... Ve yine bu kadar flu bir kavramlar silsilesi üzerinden "kesin" net bir yargıya ulaşıp asla ulaştığımız kadar keskin olamayacak yeni tümcelerin doğuşuna sebep olmak...

Sahneyi flulaşmış, belirsizleştikçe daha da karışmaya mahkum yeni oyuncu tümcelere bırakıp bir yönetmen edasıyla "kestik!" diyebilmek ise gerçekten büyük bir empati yoksunluğunu gerektirir. Keskin yargıların yoksa şayet, hep flu, hep ortada, hep düşüncesiz(?!) olmaya mahkûm edilebilirsin. Düşüncesiz olmakla yargısız olmayı birbirine karıştıran bireylere düşünce karmaşasının içinden tek bir tümce çekemediğini, çeksen bile empati yoksunu zihinlerde uyanacağı görüntüyü düşündükçe tiksindiğini anlatmaz, onların adlandırması ile düşüncesiz olmayı tercih edersin.

Kendi sahnen kendi tümcelerin ve kendi karmaşan var ise şayet, başka karmaşalara gerek duymazsın. Kesin yargılar oluşturursun, kabul gören, genel-geçer ve her seviyede her düşüncede insanın kafasında aynı temayı oluşturan yargılar. Daha kendi kafandaki temayı algılayamamışken bu görüntüyü onlara anlatmak, düğümü çözmeye uğraşmak ve çözdükçe en güzel sözcükleri özenerek seçmeye çalışmak anlamsız gelir. Anlatmak istediklerin ile anlamlandırılan arasındaki müspet zararı da tazmin edemeyeceğini bilirsin. O yüzden anlamlandırılmaktan da vazgeçer, her geçen saniye kalıplaşırsın. Bu raddede ya kelimelerine yabancılaşırsın ya da kelimelerinleşirsin. Senleşir her kelime. Öylesine senleşir ki, ağzından çıkamazlar. Kıyamazsın. Onların her birine gereken değeri sen bile veremezken başkalarının şablonlarında acımasızca parçalanmalarına, başkalaşmalarına dayanamazsın. Kendi şablonlarını yaratır, kendi kalıplarını çıkarır ve onları sunarsın.

Şablonlara sığabilecek cümleler kurarsın. Onları kendi düşünce sahnenin yakınına yaklaştırmazsın. O karmaşıklıkta o yığında o belirsizlikte, keskinlikleriyle göz yormalarını istemezsin.

Kelimeler sahnen ve sen bilirsiniz yalnızca oyunun oynandığı salonun yerini. Oyun sahnelenirken ve sen salonun dışındayken gözlerini kamaştırsa da seçtiğin sözcüklerin keskinliği... Her tekrarlayışında canını acıtsa da kestiğin şablonların ebatlarının aynılığı...

Ağzından çıkanların senleşmediklerini bilirsin. Sen kesmesen başka kalıplarda başkaca şekillere bürünecek, belki bin parçaya bölünecektir o dokunmaya kıyamadığın sözcükler. İçselleştikçe, kelimelerin de keskinleşir. Gözlerin karanlıktan mahmurlaştıkça o keskinlik uyandırır seni. Keskinliği de seversin sonra. Kelimeler sahneni yalnızca sana bıraktığı için.

Giderek retorikleşirsin.

Yazıdaki yüz çelişkiyi bul.

Sevgilerimle.

3 Temmuz 2011 Pazar

Arrivals of the birds 2

Bembeyaz olduğunu düşün. Bulutları kıskandıracak kadar beyaz.

Ve kanatlarının olduğunu düşün, maviliği doyasıya kucaklayabileceğin. İçinde usulca süzülebileceğin.

Mavi olduğunu düşün.

Sonsuz maviliğin içinde kaybolabildiğini düşün.


Ve güneş sualsizce aydınlatırken tüm evreni

utanmadan, çekinmeden

hissederek ve tekleşerek

mavileştiğini düşün.

Güneş görevini tamamlayıp çekilip giderken

gözyaşlarının kızarttığı gökyüzüne sevgini akıttığını hisset.

Sevginle mavileştiğini

kucakladıkça derinleştiğini,

ve lacivertleştiğini

düşün.

Güneye uçmaya başlarken,

sıcak ve mevsime uyum sağlarken

hazır sürüye de ayak uydurmuşken;

kucaklayamadığın maviye bakarak son kez

-yaradılışına ve sürüne karşı gelircesine

"o" maviliğe tekrar dönebileceğine inanmayı düşlemek seni acıtan.

Tekrar bulutların beyazını kanatların sanmak

ve rüzgarın nefesinin sessiz bir fısıltı olmasına tutunmak

gelecek kışı umursamamak,

maviliğe sarılmak

belki sürüsüzlüğe katlanmak...

Ancak inanmıyorsan,

Kuzey kutup noktasına yakın olduğunun ayırdındaysan

lacivertin maviye döndüğünü görmeye yaşamının yetmeyeceğini

istesen de fizyolojinin buna asla izin vermeyeceğini

Biliyorsan

Ve her geciken gün için

ölüme daha da çok yaklaştığının

farkındaysan...

Sürü ve güney

tek çare oluverir bazen.

Sıcak ve kalabalık

bilindik ve alışıldık.



yine yeni yeniden: The Cinematic Orchestra - Arrivals Of The Birds http://www.youtube.com/watch?v=XTM7c12YIvE