3 Nisan 2011 Pazar

Gözlemsel nüanslar.

Hep "o" istediğimiz. O kişi. O kare. O an.

Ulaşınca "bu muydu?" dediğimiz. Emin olamadığımız. Parmaklarımızın arasından akıp giderken tırnaklarımızın aralarına girip her tutmaya çalıştığımız şeye iz bırakan. "O", değil mi?
Bu sabah emindin oysa. İçinde tutamamış, çevrendekilerin onayına ihtiyaç duyan kulaklarını bir kez daha egolarına bağlamıştın.

Ne oldu?
Ne değişti?

Kulaklarını kalbine bağlasan?
Beynini duymamazlıktan gelebilir mi kalbin?
Sahi, "kalp" denen şeyin varlığına inanıyor muydun, sormayı unuttum.

Ellerimizde fotoğraf kareleri, daha kurumamış renkleri. Ve tırnaklarımızdaki izler fotoğrafların üzerinde gezinen.
Sahici renkleri yok resminin, palet kullanmadan resim mi olurmuş? Renkleri karıştırarak tuvale dokunmak, sonra heyecanının kolonya gibi uçup genzini yakması. Ve dayanamayıp boyaya ellerini daldırman.

Ellerin kirli artık, su akamaz üzerinden. Geçse de melodisi sesinden, gözlerin seslenir tuvale.
Ve arınmaz artık suçların uğraşma, yeniden dönmez geriye.
Genzin yandı diye ağlamak zorunda mısın? Beynin mi hıçkırdı yoksa? Hiç olur mu öyle şey?

Next station is... Düğmeye basmayı unutma, ineceğin durak burası.
Hep buraya gelmeyi bekledin. Bunun için ittin insanları, bunun için bekledin onca sırayı. Kalabalığın sesinden onca rahatsız olup, hep bu yüzden kalabalığın içine katıldın.

Ne o? Yoksa inmeyecek misin?
Sanırım inmek istediğin durağı geçmiş olmalısın.
Geçmiş olsun.