18 Kasım 2010 Perşembe

Arrival of the birds.

Bir ada düşlüyorum. Bir ada ki dokunulmamış , doğallığının yeşilinde ve içinde tükenebilen hiçbir şey yok. Hiçbir çıkarı , hiçbir çıkarımı , hiçbir neon rengi bünyesinde barındırmayan bir ada.

Bir ada düşlüyorum ben, içinde yalnızca iki kişi olan. Mutluluğun özünü ağaçlardan toplayıp denize atan iki kişi. Sağanak yağmurun altında durmaktan aldığı hazzı kumlarda koşarken olgunlaştıran.. Güneşin üzerindeki toprağın kokusunu buharlaştırmasına izin vermeyen...

Bir ada düşlüyorum ben, yalnızca "biz" olabildiğimiz her şeyi geride bırakabildiğimiz ve tropikalliğin abartısını hiçbir renginde barındırmayan... Masmavi ve durgun , altın ve parıltılı kumlara değil yalnızca uçurumlara da , dalgalara da  kayalıklara da sahip "gerçek" bir ada. Benlik takıntılarının ortadan kalktığı, dayatmaların muson yağmurlarıyla aktığı ve kirin yalnızca toprağın tenimizle buluşmasından kaynaklandığı.. Yağmurla, denizle, dalgalarla yıkanmış.. Yeşille , maviyle , bulutlarla , uçurumlarla bütünleşmiş.. Bir ada.

O adayı düşlemek istemiyorum. O adanın olmadığını biliyorum.

Cebimde nereden geldiğini bilmediğim yahut farkında olmadan gizlice getirdiğim bir kibrit kutusu var. İçinden çıkardığım kibriti her çakışımda , yağmurun yağması için delicesine dua ettiğim... Uçurumun kenarında durup o kibrit kutusunu dalgaların yuttuğunu hayal ettiğim.. Elime alıp atmakla atmamak arasında sallanırken her an düşmekten son anda kurtulduğum... Her an ayağımın tökezleyebileceği.. Her an ayağımı tökezletebilecek... Bir kibrit kutusu.

O adayı yok edememekten korkuyorum. O adada olamayacağımı, o adaya ait olamayacağımı bilerek yaşamaktan... Gidememekten... Dönememekten... Boğulmaktan.

O adanın sular altında kalmasından korkuyorum. Yahut elimde kalan tek kibrit parçasını kullanamamaktan. Yağmurdan.

O adadan...

Dalgalardan.

http://fizy.com/#s/1m860q

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder