4 Kasım 2010 Perşembe

İstanbul'u sevmek.

İstanbul'u yazmak , bir kadını yazmak mıdır? Yoksa yorgun kollarıyla düşmeme çabasında olan olgun ve içi geçmeye yüz tutmuş bir meyveyi mi hayal etmektir? Bırak okumayı , sayfalarını çevirmek için bile gereksiz uzun bir kitap ya da bir kelimelik yaşam yeri geldiğinde. Çoğulcu bir anlayışsızlık yahut kör bir egoizm bakmasını bilene. Kollarımın kaldırma gücünü iyiden iyiye zorlayan bir kitabın sayfalarını çevirirken esen ince toz bulutunda saklı benim ümitsiz huzurum. Kendileştirmeden baktığım her sayfa numarasındaki parmak izlerinin görünürlüğü kadar kalıcı her biri. Aslında bakmaya cüret ettiğim kağıt yaprağının utancı kadar çekici yaşadığım her noksan saniyem. Kitap sayfalarını bırakıyorum parmaklarımdan yavaşça , elimden kaçırdığım saniyeler kadar umarsız şimdi hepsi.

İstanbul'u yazmak , zamanı yazmak mıdır? Yoksa ısınamayan köhpe bir kömür sobasına atılan nemli odun parçasının yarattığı hayal kırıklığı mı yalnızca? Hangisi daha cisimsiz ; kıyaslanamaz gidişleri hangisinin daha yıpratıcı , bilmiyorum.

İstanbul'u yazmak , ürkütücü değişimine rağmen kayıp gitmeyen ve sürekli yer değiştiren toz tanelerini mi yazmaktır? Yoksa sarı-turuncu yaprakların kahverengiye dönüşümünde gösterdiği kararlılığın toprağa karışma esnasında buharlaşıp nefes olması mıdır? Ciğerlerimizden geçen dumanın kaynağı izmaritin yaprakları tutuşturması kadar basit belki de.

İstanbul'u yazmak , her gün milyonlarca karıncanın üzerinde seyrettiği seyyar satıcıların marifeti yerdeki mısır koçanının günübirlikliğini mi yazmaktır? Yoksa yaşanmışlıklarını kanıtlama çabasıyla en az köklerinin yanıbaşında duran plastik şişelercesine kokan sadakat gösterisinin perdesini umarsızca çeken ulu çınarları mı yazmaktır? Derin bir intibaya göz kırpmak belki , tüyleri dökülmüş  ıslak bir sokak köpeğinin mevcudiyetini hiçlemek ya da.

Yenilmek midir sabahın kör vaktinde yeniçerilere mehter marşıyla , yanından geçen ötekiye "bre!" diye seslenip neşesine rakı dökmek mi? Gözlerini kapatıp mevcudiyetinin şarabını maviliğe akıtmak , esen soğuk yelin seni ısıtmasını beklemek belki.

İstanbul'u yazmak , Galata Köprüsü'nde göbekli bir balıkçının ağına takılan minik balığın bakışının gösterişsizliğini anlatmak mıdır? Yoksa balığa göz kırpan ince misinanın onu hayattan çekmesiyle balığın çaresizce sağa sola çırpınmasını izleyerek acıkmak mıdır sessizce?

İstanbul'u yazmak , çöp tenekesinden aniden fırlayıp çıkan bir kedinin ayağının aksaması kadar gerçekçi bir hayal kırıklığını yazmak mıdır? Belki bir emeklinin son maaşıyla gidip yaptırdığı altın diş kadar parlak hissiyatı. Belki de durgun denizdeki deniz kabuğunun çimento fabrikasında ezilip tuğlaya yapışması gibi gidişatı.

İstanbul'u yazmak , hiçbir zaman ondan gitmeyeceğini bildiğini bilmenin hüznüyle elinde bavulla gezmek midir? Yoksa bavulu ansızın bırakıp arkaya bakmaksızın dönüp gitmek midir? İstanbul'u yazmak bavulsuz gidebilmek midir?

İstanbul'u yazmak , kendini mi yazmaktır? En sevdiğin şairin kendini bulduğun şiirini buruşuk bir saman kağıdına yazılmış halde çöp tenekesinden çıkıp ahenkle rüzgarla dans edişini mi izlemektir?

İstanbul'dan gitmek , düşlerinden gitmek midir? Yoksa düşleri bırakıp ümit trenine bilet almak mı? Trende giderken hep otobüsün daha konforlu olduğunu düşünerek ağaçlara söz vermek mi? Eline alıp testereyi hışırtısından nefret ettiğin için kesmek ağaçları coşkuyla ; ama o mobilyalarda sefa sürememek yeri geldiğinde.


İstanbul'u sevmek , bir kabulleniş midir temelinde? Yoksa vefasız bir sohbetin devamının artçı depreme kurban gitmemesi ve prefabrikte konaklaması mıdır bir süreliğine?


İstanbul'u içmek , yazın ilk günlerinde boğazın sularına kendini atan çocukların yuttuğu kadar su yutmak mıdır zevksizce? Belki de kontrolsüz yansıyan güneş ışınlarının göz kapaklarını kapamaması için yalvarmaktır istemsizce.

İstanbul'a bakmak , dünyaya bakmak mıdır aslen? Yahut ışıksız bir gecede her yıldızın sırayla parlattığı kadar düşüncesiz bir sonsuzluktur gizlice.

İstanbul'u yazmak , sevmektir.

Sevmek , o ağır kitabı alıp sayfalarını çevirebilme isteğidir.

Sevmek , okumaktır o kitabı defalarca. Parmak ucuyla okuyup göz ucuyla okşamamak , bir kelimesine saatlerce kafa yorabilmek , parmaklarından kayan her sayfaya özlemle bakabilmektir.

Sevmek ; parmaklarınla gözlerini buluşturmak , İstanbul'a akıtmaktır.

7 yorum:

  1. Yağmurlu bir günde İstanbul'a aşık olmuştum.
    'O gün şemsiyesini evde unutmuştu Konstantinapolis; makyajı yüzüne gözüne bulaşmış bir kadın gibi bir yakadan diğerine koşuşturuyordu.' diye not düşmüşüm defterin köşesine. Ne kadar şehri yazmaya çalışsan da arada kalmışlığın verdiği karmaşık ruh hali istemsizce kadınlaştırır kelimeleri İstanbul'u yazarken. Evet, kadındır İstanbul,aklıyla duyguları arasında gidip gelir hayatı boyunca. Yani kadın gibi kadındır.

    YanıtlaSil
  2. "Kadın gibi kadındır İstanbul."

    YanıtlaSil
  3. Leena arada bir "herkesinbirhikayesi"nde yazmak istersen sevinirim, ne dersin?

    YanıtlaSil
  4. malesef buna vaktim yok ne yazık ki ama teklif için teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  5. rica ederim.. izlemeye devam bloğu :)

    YanıtlaSil