20 Kasım 2010 Cumartesi

Ladesli sesler.

Piyanomun başındayım şimdi. Çok tozlanmış , epey de kararmış beyaz tuşları görmeyeli. Oturuyorum başına , çok yabancılaşmış belli ki bana ama yine de ses etmiyor ona dokunmama. Tozlarını silmek için izin istiyorum önce , ses etmiyor hâlâ , deniyorum silmeyi ama geçmiyor benimsenmiş sarılıklar.

"Sen yaptın bunları." diyor sanki bana. Dememesi daha acı aslında.

Elime hafif nemli bir bez alıp silmek , onu bencilleşerek incitmeden kahverengi lekeleri sarıya sarıları dokunuşlarımın rengine çevirmek istiyorum. Bastırıyorum diyez'lere bemol'lere , bastırıyorum do'lara re'lere ve yitirmiyorum umudumu asla tepkisel kalıcı kirlenmişliğine.

Siyah tuşlardan yardım diliyorum bu sefer ; asla tozlanmaz asla kirlenmez onlar bilirim çünkü hep siyahtırlar , hep yarım vuruş eksik hep yarım vuruş fazladırlar.

"Beyazların arasında siz varsınız aramızdasınız , aramızı bulun lütfen!" diyorum. "Onlarsız yapamam." 

Boyun büküyor bana içlerinden biri , "Ancak re'nin bemolü do'nun diyezi olabilirim ben , do olamam asla." diyor.

Tuşların arasına giren tozlar var elimin ulaşamadığı , tırnaklarımın ucunu tuşlarım acımasın diye geçiremediğim. Tozlar ki , piyanomu piyano yapan o tozlar piyanomun addettiği. Eğiliyorum ve üflüyorum tozları defalarca ; gözlerime , burnuma kaçacağını ve alerjimi azdıracağını bilerek.

 "Bırak artık." diyor. Bırak.

Gözyaşlarım dökülüyor tuşların üzerine alerjiden mi sebebini asla bilemeyeceğim. Sarıların beyaza döndüğünü , kemiklenmiş tozların tuşların arasından inceden içeri aktığını hissediyorum. Daha derine , asla ulaşamayacağım asla dokunamayacağım yerlere uçuyor tozlar. Parlaklaşmış tuşlar burukça beyazlarken bana gülümsüyorlar artık. Ama ben onu tanıyorum , üflediğim tozlar ve kahverengilikler kadar eminim eskisi gibi olamayacağından.

Konuşmaya başlıyoruz sonra onunla. Sol elim tekdüze bir düzenle akor basarken sağ elim heyecanlı ve titrek melodiye kaptırıyor kendisini. Do diyeze geliyorum , sorgularcasına dokunuyorum ve burukça bir zorundalığın verdiği neşeyle titrek bir yarım vuruş çıkarıyor. Farkediyorum ; ama parçaya baştan başlamamak için devam ediyorum çalmaya.

"Eskiden baştan başlardın." 


Do'ya geliyorum sonra. Çıkmıyor ses. Duruyorum ve tekrarlıyorum bir tam vuruşu. Tuş yine sesini çıkarmıyor.

Sol elim duruyor. Akor basmam duruyor. Melodi duruyor.

"Unuttun beni." diyor.


Parçayı değil beni unuttun.

"Unutmadım." demiyorum. Sen benim bir parçamsın ; sonsuza dek sussan da , akorun bozulsa da ,  kırılsan da , yok olsan da , yansan da... Sen benim bir parçamsın.

Demiyorum.

O benim piyanom. Birbirimize hayat vermiştik biz. 2 senedir dokunmuyorum ona , evet ama...

Ona sitem etmiyorum. "Nasıl bilmezsin!" demiyorum. Hissetmiyor artık belli ki beni. Öylesine gözleri dönmüş , unutulmuşluğun onu ittiği çukur öylesine klostrofobisini azdırmış ki. Gözleri öyle kararmış , tozları öylesine yutmuş ki perdeyi açmıyor bile.
Çekiyorum üzerindeki örtüyü yavaşça her şeye rağmen , daha fazla tozlanmasın diye. Sonra izliyorum onu sessizce ; kaldırdığım kapağın üzerine örttüğüm örtünün arkasından beni görmeyeceği bilircesine.

Onu...

Tozları , kayboluşları , buluşları , sus'ları...

Parmaklarımı , ilhamlarımı , suçluluklarımı , mutluluklarımı...

Sevgileri , eskileri , sesleri , minörleri...

Bile bile ladesleri...

İzliyorum.

2 yorum:

  1. Seksen sekiz tuşlu klavyeli çalgı, kimisi için hayatın anlamı, kimisi için gürültü yığını; kiminin tanrısı, kiminin baş belası, kiminin dostu, arkadaşı: "piyano".

    Her bir tuş bir arkadaşınız olmuş, arkadaş; ne kadar arkadaş denilebilirse? Bir arkadaş, iki yıl unutulan, yüzüne bakılmayan... Yanı başına geliyorsunuz, mahcupsunuz ona karşı, ne yapacağınızı bilmeniz imkânsız. Yeniden dertleşmek isteğiniz belki, belki yalnızca hatırladığınızı göstermek. Hatırlanmak istemek belki, elini tutmak, saçlarını okşamak, dostça sırtına dokunmak… Ses çıkarmıyor, ama her dokunuşunuzda bas bas bağrıyor aslında size; "Neredeydin iki yıldır?" diye.

    Tek arkadaşıydınız onun, siz de, o da adınız gibi biliyorsunuz aslında bunu. “Eylül*”dü o sizin için, siz de onun “Eylül*’ü”...

    Verecek bir cevabınız yok, yalnız kaldığını ve tek nedeninin sizin bencilliğiniz olduğunun farkındasınız. Tek yapılabilecek iki yıldır katlandığı yalnızlığa terk etmek onu yine, bu sefer yalnız o sizi değil, siz de onu özleyeceksiniz; belli kapatışınızdan örtüyle onu, düşüncelerinizden de açıkça olduğu gibi…

    Yazın, düşüncelerin, anlatış tarzın tek kelimeyle "muhteşem", yazılarının devamını bekliyorum canım.


    (Parçada, bkz: http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime=eyl%FCl&ayn=tam ) * Eylül: Kendisine tapınılan, ibadet edilen

    YanıtlaSil
  2. ah çok teşekkür ederim , keşke kim olduğunuzu da belirtseydiniz. :)

    YanıtlaSil